19 SANİYE




Yarın Yokmuş Gibi dizisini bir oturuşta bitirdim. Bisiklet sürerken başlayan ve telefondan bilgisayara geçiren bağlanmakla birlikte, bir gecede bitti. Halit Ergenç, gerek karizması gerekse muazzam oyunculuğu ile daima ilgimi çekmiştir. Tuba Büyüküstün'ün masalsı bir güzelliği olsa da oyunculukta sınıfta kalanlardandır benim için. Fakat bu dizide onu da beğendim diyebilirim. İki nesil arasındaki yakınlığa rağmen, aslında ne kadar da uzak olduklarını başarılı bir şekilde aktarmışlar. 60'lı veya 70'li yıllarda doğanların birçok şeyi yaşaması ve yeniliklerin bazılarını yadırgamasını normal karşılıyorum. Dizideki Hakan karakterinin tamda bu tanıma uyuyor ve sosyal medyadaki gerçekliğin aslında ne kadarda sığ olduğunu insanın yüzüne vurarak hatırlatıyor. Manolya'nın ise bu gerçeklik oyunundan son derece mutlu olması yada mutluymuş veya başka çaresi yokmuş gibi yapması ise baya kafaları karıştırıyor. Bu tarz tartışmalara çok uzak değilim ve hem Hakan tarafından hem de Manolya tarafından bakabiliyorum. Ama artık hangi tarafta olduğuma karar veremiyorum. Her türlü aşırılık bana çok yapay gelse de, insanların bu aşırılıktan zevk alması ve muhtaç gibi davranması sorgulatıyor. 
90 jenerasyonu olarak bizde bu hıza yetişmeye, bazı yerlerde yadırgamaya, bazı yerlerde kaptırmaya başladık gibi geliyor. Olayı artık sadece sosyal medya olarak sorgulamamak gerekir. Aslında Tolstoy'un da meşhur romanı gibi "İnsan Ne İle Yaşar" diye daha derine inmek ve özünü bulmak lazım diye düşünüyorum.

Her şeyin hızla ama dehşet bir hızla tüketildiği dönemdeyiz. İnsanların dikkat saniyesinin 19 saniyeye düştüğünü okuduktan sonra büyük bir aydınlanma yaşadım. Aslında kendimde de uzun zamandır rahatsız olduğum bir huy olmaya başlamıştı. Bir metini-haberi-maili okurken hızlı hızlı okuyacağım diye üstün körü okumaya, bazı yerlerini atlamaya başladığımı fark ettim. Sanki ihtiyacım olan kelimeleri bulup, o cümleleri okuyordum. Ama aksine benden yaşça büyük olan arkadaşım ise tüm metni baştan sona dikkatlice okuyordu yanımda. Tüm metni pür dikkat okuduğu içinse özü daha iyi kavrıyor ve unutmuyordu. Sorulduğunda her şeye ustaca cevaplar verebiliyordu. 

Geçen sene aldığım eğitimlerde de insanların artık hiç bir şeyi tam mana ile okumadıklarını ve girdikleri sınavlarda çoğunun bu yüzden başarısız olduğunu konuşmuştuk. İyi okumadıklarını da, sınavlardan çıktıktan sonra sorulan soruyu bize doğru anlatamamalarından çok net bir şekilde anlamıştık. 

Ben onlardan değilim sanıyordum. Belki tam anlamı hala değilim ama başlamışım. Hızın da hızını geçmeye çalışır gibi tüketime odaklanmaya giriş yapmışım. Okuduğum şeyleri hatırlamakta zorlandığımda, böyle gitmeyeceğine ve değiştirmem gerektiğine karar verdim. Ama zorlanacağımı tahmin etmemiştim. Bir şeye uzun süre odaklanmayı tekrar öğrenmek, sanki okumayı öğrenmekten daha zormuş gibi. O kadar çok dikkat dağıtıcı var ki. Ve sanki bir şeye odaklanınca diğer tüm şeyler kaçıyor hissi... Aslında bir şeyin kaçtığı yok. Neyi görmek ve öğrenmek istiyorsan internet sayesinde anında sonsuz bir öğrenme havuzunda bulanabiliyorsun. Ama farkında mısınız bilmem, oradan öğrendikleriniz de sadece yüzeyselde kalıyor. Anlık bir bilinç ve sonrası kül. 

İnsanın kendisiyle baş başa kalmaya da tahammülü yok zaten. Hep bir şeyle ilgilenmeli, tüketmeli gibi. Hızlı olacağız diye anların muhteşemliğini nasıl da kaçırıyoruz. Uzun uzun kitap okuyamıyoruz, uzun uzun film izleyemiyoruz. Uzun olan her şeye tahammülsüzüz. Biri sana derdini anlatırken bile özet lütfen diyesimiz gelmiyor mu? Kitapların bile özetlerini okuyor çoğu insan. Hatta özet halinde sesli kitaplar var onu dinliyorlar. 

İşte dizide olduğu gibi ikisi arasında kalıyor ve hangi yönün doğru olduğunu yada bir doğru var mı,onu  sorguluyoruz. 

Ve evet insan ne ile yaşar? İnsan iyilik için mi yaşıyor (Tolstoy'a göre) yoksa artık sadece tüketmek için mi yaşıyor? İyilik için yaşamadığına çok eminim ama tüketmek içini ise kendini iyi hissetmek için yapıyor diyebilirim. Sadece kendini sev diye diye insanları kocaman bir bencilliğin içine sürüklediler. Kendini sevmenin en iyi yolları da kendin için al, kendin için ye, kendin için tükete bağlandı. Birine iyilik yapmayı bile tüketim showuna dönüştürdüler. 

İnsan kendini sevmeli tabi ama sadece kendini sevmemeli. Sorun sadece kendine odaklandığında kaçırdığın anları fark edemediğinde büyüyor.30 saniyelik videolar, birbirimize gönderdiğimiz reelsler, bir araya gelince konuşmaktan ziyade mekanın neresinde fotoğraf çekiliriz derdi...Sen sus ben daha iyi bilirim yarışı...

Bunların hepsinin ana nedeni odaklanamamaktan kaynaklı bence. Dikkatini tam manası ile veremediğin her şeyi ötekileştirmeye mahkumsun. Kitabın satırlarını atladığın gibi insanları da atlayamazsın sevgili insan. Sakinleşmeli hızını düşürmeli ve yaşamını neyle yaşadığına bakmalısın.

Okumalı, dinlemeli ve derinleştirmelisin. Kimse kaçmıyor, hiçbir şey bitmiyor. Özünü koruyarak var olmanın tadını çıkarmalısın. Üç kelime konuşarak hayatını geçirmemeli, var olan tüm kelimelerin tadına bakmalısın. Öğrenmeyi bırakmamalısın. Yeni ile eskiyi kendine göre harmanlayıp, insan olmanın değerini arttırmalısın.

Ve en önemlisi içinde kocaman bir sevgi ile yaşamalısın. Yaptığın işi sevmelisin, okuduğun kitabı sevmelisin, gittiğin yeri sevmelisin. İlan için değil de hissettiğin için görmelisin. Unutma ki bunca imkanın olduğu için çok şanlısın. 

Şansını iyi değerlendirmen dileği ile...

Odaklanma yazısının linki tık tık :)

Dada


Yorumlar

  1. "Sakinleşmeli hızını düşürmeli ve yaşamını neyle yaşadığına bakmalısın." Bu cümleyle başlayan ve devam eden son bölüm için sana çok alkış, hem farkındalığının kalitesi nedeniyle hem de oraya kadar yazdıklarını tamamlayan enfes, çok farkında bir bitiriş olduğu için. O halde bu kez de yazının tamamı için çok alkış sana:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaa çok teşekkür ederim. Bu güzel yorum için benden de sana kocaman kalpten alkışşş 👏👏👏

      Sil
  2. Gençlerin dikkatleri çok sınırlı deniyor, uzun film ve metinlerden sıkıldıkları söyleniyor. Benim gözlemimse lafın uzatılmasından sıkıldıkları yönünde :) Ki buna hak vermemek mümkün değil, yaşlanmanın ilk belirtisi aynı şeyleri anlatıp durmak ve uzuuuun uzuuuun anlatmak, hep eskilere odaklanmak ve yeni her şeye kuşkuyla yaklaşmak değil midir?
    Öte yandan evet, sana da hak veriyorum çünkü uyaranlar çok fazlalaştı ama tepki ve refleksler o kadar hızlandı mı emin değilim.. Dolayısıyla bir noktadan sonra uyaranlar beyne gerçekten giriyor mu yoksa bir "güç kalkanı" gibi beyin kendini uyaran fırtınasından korumak için bir algı duvarı yaratıp çoğu uyarana yokmuş gibi mi davranıyor... Bu alan çok ilginç, güzel çalışmalar da var. Bir şekilde evrimin son noktasında değiliz, ilerliyoruz, bu yeni dünyaya bir şekilde uyumlanıyoruz..
    Ben o dediğin sosyal medya kullanmayan, yavaş yaşayanlardanım ama açıkcası bu da mutluluk getirmiyor çünkü bu sefer de aidiyet sorunları başlayabiliyor, kendin gibi insanları bulamıyorsan, yalnızlaşabiliyorsun.. Küçük dünyanda kendini derinleştirsen de, bir şekilde dış dünyaya da uyumsağlamak zorundasın yani dediğin gibi biraz ondan birz bundan :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence sosyal medya kullanamıyorsan zihnin daha temizdir. Biz aktif kullananlar ihtiyacımız olan olmayan her şeye karışıyoruz bir şekilde :) Ve evet hangisinden ne kadar olacağına karar vermek o kadar karmaşık ki :)

      Sil
  3. ya nette bişi okurken veya video, reels filan izlerken bir dakika süre bile uzun geliyor :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Geç geç geç modundayız hep.. Ne fena yahuu :(

      Sil
  4. Halit Ergenç iyi bir oyuncu gerçekten de 😊

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız beni geliştirir.

Popüler Yayınlar